Sekam
Henüz vakit varken...
Mail Adresiniz :
Şifreniz :
Mail Adresiniz : Şifreniz : Şifre Tekrar : Adınız Soyadınız : Telefon No ( isteğe bağlı) :
Bir İfsad Hareketi Olarak Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi-2

Bir İfsad Hareketi Olarak Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi-2

“Eş yaratılma olayında, zıt işaretli yükler, parçacıklar, cinsler birbirini çekerken; aynı işaretli yükler, parçacıklar, cinsler birbirlerini itmektedirler. Pozitif yük pozitif yükü, negatif yük negatif yükü iterken; pozitif yük negatif olan yükü çekmektedir. Zevc olan varlıklar arasında daima bir cazibe, çekim kuvveti vardır. Zıtların birliği ilkesi, kâinatta bir denge ve sükûn hâlinin ortaya çıkmasına sebebiyet vermektedir.”

“Türkiye’de açılan kampanyalar etkisini göstermiş, eşcinselliğin bir hastalık olmadığı, doğuştan gelen bir olgu olduğu, meşru görülmesi, bir yaşam tarzı olarak kabul edilmesi gerektiği bilerek ya da bilmeyerek savunulmaya başlanmıştır. Dolayısıyla bireysel bir hastalık olan eşcinsellik, toplumsal bir hastalık hâline dönüştürülmeye ve bir yaşam tarzı olarak kabul ettirilmeye çalışılmıştır, çalışılmaktadır.”

BİR İFSAD HAREKETİ OLARAK TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ PROJESİ:

“NÖTR CİNSİYET HAREKETİNİN” ÜÇ AŞAMALI SAVAŞ STRATEJİSİ

Batı’nın benimsediği politikalar, kendi toplumsal yapısını altüst etmekte ve bunalım toplumu meydana getirmektedir. Batı dünyası insan neslini kendine yabancılaştırıp bunalıma sürüklerken Türkiye’nin bu kervana katılması üzücüdür. Bu nedenle fıtratın %40 etkisinin öngördüğü cinsiyet rolü ile çevresel etkilerin(sonradan kazanımların) öngördüğü cinsiyet rolü arasında farklılaşma, çatışma olmamalıdır. Fıtratın öngördüğü cinsiyet rolünü, çevresel etkiler desteklemeli ve beslemelidir. Herhangi bir çatışma, insan ruhunda çatışmaya ve bunalıma sebebiyet vermektedir.

Prof. Dr. Burhanettin CAN - Umran Dergisi Nisan 2019 - 296. Sayı

“Allah’ın dışında başka veliler edinenlerin örneği, kendine ev edinen örümcek örneğine benzer.  Gerçek şu ki, evlerin en dayanıksız olanı dişi örümcek evidir; bir bilselerdi.” (29/Ankebut 41)

Geçen yazıda, “cinsiyet”, “toplumsal cinsiyet”, “toplumsal cinsiyet ayırımı”, “cinsiyet rolleri”, “toplumsal cinsiyet eşitliği kriterleri” ve “nötr cinsiyet hareketi” ele alınıp ana hatları ile incelenmiştir. Yazıda verilen toplumsal cinsiyet eşitliği ile ilgili kriterlerde aile ortamı, evde üretilenler, el emeği, çocukların durumu, bakımı ve sayısı, gelecek nesil meselesi, yaşlıların durumu ve bakımı, evin dışında çalışanların mutlu olup olmaması (mutluluk dereceleri), kültür ve medeniyet kodları, dini değerler, yaratılış hiç göz önüne alınmamakta, bu etkenlerden hiç bahsedilmemektedir.

Bu yazıda, “nötr cinsiyet hareketinin” stratejisindeki üç evreye/aşamaya dikkat çekilmeye çalışılacaktır.

“Cinsel Yönelimin” Kapsam Alanı

Toplumsal cinsiyet eşitliği ile ilgili yapılan çalışmaların sonucunda oluşan kavramsal alt yapı çok genişlemiş ve çeşitlenmiştir. Mesele kadın ve erkek eşitliğinin çok dışına taşmış, insanlığın geleceğini ilgilendiren “çocuksuz aile”, “ailesiz toplum” modeline uygun bir serüven izlemeye başlamıştır.[1] Şekil 1’de cinsiyetle ilgili oluşturulan ve oluşturulmaya devam edilen bir kavramsal çerçeve söz konusudur. Bu çerçeveyi göz önüne almadan, bu çerçevede ortaya konan kavramların mahiyetine ve neden olabileceği sonuçlara bakmadan yapılacak tüm değerlendirmeler, anlamsız ve eksiktir. Bu nedenle mesele bir bütün olarak, değişik yönleri ile ele alınmak zorundadır.

Cinsel Yönelim bir kişinin, cinsel arzusunun, hemcinsine, karşı cinse ya da her ikisine birden yönelebileceğini” anlatmak için kullanılan ve meşruiyetini savunan bir kavram olup[2] İstanbul Sözleşmesi’nin 4. Maddesi tarafından yasal güvence altına alınmıştır. 6284 Sayılı Kanun’un 2. Maddesinde de, 6284 sayılı yasanın İstanbul Sözleşmesi’ni esas aldığı belirtilmektedir. Dolayısıyla Cinsel yönelim 6284 sayılı yasa tarafından meşru olarak tanınıp koruma altına alınmıştır.

Cinsel yönelim kavramının kapsam alanına giren pek çok kelime vardır[3]:

  • “Heteroseksüellik”: Cinsel arzunun diğer cinse yönelmesi,
  • “Homoseksüel­lik’/ “Modern Eşcinsellik”: Cinsel arzunun aynı cinse yönelmesi,
  • “Gey” (G): erkek eşcinsel,
  • “Lezbiyen” (L): kadın eşcinsel,
  • “Biseksüel” (B): her iki cinse cinsel yönelimi olan,
  • “Transseksüel” (T): operasyon geçirerek bedenlerini karşı cinsiyetin bedenine dönüştüren,
  • “Travesti”: di­ğer cinsiyetin giyim ve tavırlarını benimseyen,
  • “İnterseks” (İ): bedenleri ve üreme sistemleri tam olarak erkek ya da kadın
    üreme sistemi olmayan,
  • “Queer” (Q): heteroseksüel olmayan ve azınlıkta kalan cinsiyet ve cinsel yönelimlerin hepsini içine alan bir şemsiye terim.
  • + : kendini herhangi bir cinsiyet kimliğinde tanımlamayanlar,
  • “Aseksüel”: cinsel arzu ve yönelimi olmayan,
  • “Pedofili”: çocuklara cinsel yönelim,
  • “Zoofili”: hayvanlara cinsel yönelim,
  • “Ensest”: aile içi yasak olan ilişki,
  • “Robotlarla seks”: robotla cinsel ilişkiye girmek,
  • “Grup Seksi”: kadın ve veya erkeklerin birlikte cinsel ilişkiye girmesi,
  • “Sado-mazoşizm”: cinsel edim­de acı vermek ve acı çekmekten haz alma,
  • “Partner”: kadın veya erkeğin nikâhsız birlikte yaşadığı kimse.

Bununla birlikte Psikiyatride cinsel davranış bozuklarını ifade eden çok sayıda terim vardır. Dolayısıyla cinsel yönelim kavramının yasal güvence altına alınması ile birlikte bütün bu psikiyatrik hastalar, toplumun başına bela olacak, çok ciddi bir kriz yaşanabilecektir.

Kinsey Raporu: Bilimsel Araştırma Adı Altında Yapılan Büyük Sahtekârlık

Cinsel yönelim kavramı, ilk kez bilimsellik kisvesi altında ve fakat tam sahtekârca literatüre bir zoolog olan Alfred Kinsey tarafından sokulmuştur. Rockefeller Foundation tarafından finanse edilen (yaklaşık 1.750.000 $) Kinsey, 1947’de İndiana Üniversitesi bünyesinde Cinsellik Araştırmaları Enstitüsünü kurup 1948 ve 1955 yıllarında birbirinin devamı olan iki araştırma raporu yayınlamıştır.[4] Alfred Kinsey, bu araştırması ile cinsiyetin tanımını ve kapsam alanını değiştirmiş; insanların, biyolojik cinsiyetlerinin yanı sıra “cinsel yönelimlerine” göre de cinsiyetlerinin tanımlanması gerektiğini belirtmiş ve cinsel yönelimin farklı boyutlarına işaret eden Kinsey Skala’sı diye bir skala yayınlamıştır (Tablo-1).

Tablo-1: Cinsel Yönelime İlişkin Kinsey Skalası[5]

Ancak daha sonraki yıllarda Kinsey’in araştırmalarının “tamamen sahtekârlık üzerine inşa edildiği”, “büyük bir manipülasyon olduğu”, “raporlarına kaynaklık eden çocuklara tecavüz ettiği”, “para karşılığı babaları ile küçük kızları ensest ilişkiye zorladığı” ortaya çıkmış; “4 aylık çocukların cinsel performansını nasıl ölçtüğünü”, “çocuk seksi ve çocukların cinsel kapasiteleri ile ilgili bilgileri nasıl elde ettiğini açıklayamamıştır.” “Sıradan insanlar diye tanıtılan deneklerin para ile kiralanmış seks işçileri oldukları”, “söylediği kadar deneğe hiçbir zaman ulaşmadığı” gibi yığınla eleştiri almış ve fakat inşa ettiği skala uygulama alanından çıkarılmamıştır.  “Liberty Counsel’in kurucusu ve Dekanı Mathew Staver’in, “Alfred Kinsey ve Kinsey Enstitüsü, işledikleri devasa sahtekârlıktan sorumlu tutulmalıdır” tarzındaki şikâyeti ilgi görmemiş, gizli bir el tarafından örtbas edilmiş, cezalandırılması engellenmiştir.[6] Cezalandırılmamış olmasına rağmen Kinsey itibarını tamamen kaybetmiştir. Ancak yaptığı sahtekâr çalışmanın etkisi büyük olmuş, Amerikan ceza sistemi cinsellik açısından ciddi bir değişim geçirmiştir.

Savaşın Birinci Raundu: Eşcinselliğin Suç ve Hastalık Olmaktan Çıkarılması

1955 yılında Kinsey’in araştırmasının ikinci kısmı yayınlanınca, medya üzerinden oluşturulan kamuoyunun etkisi ile Amerika Barolar Birliği, o güne kadar Amerikan ceza sisteminde “suç” olarak kabul edilen zina, çocuk erotizmi, kürtaj, evlilik öncesi cinsel ilişki, karı-kocaların birbirlerini aldatması ve eşcinselliği suç olmaktan çıkarmıştır.[7]

Kinsey Raporunun etkisi sadece ceza sistemine yansımamış, yaklaşık 15 yıl sonra eşcinsel örgütlerin yaptığı organize eylemlerin etkisi ile sağlık alanına da yansımış ve eşcinsellik, Amerikan Psikiyatri Birliği (APA) tarafından hastalık olmaktan çıkarılmıştır:  “1935 yılında Amerikan Psikiyatri Birliği (APA) tarafından yapılan ruh hastalıkları
sınıflandırmasında “patolojik cinsellikli psikopatik kişilik” tanımı altında yer alan
eşcinsellik, 1952 yılında APA’nın oluşturduğu tanı kılavuzunda (DSM), “sosyopatik kişilik bozukluğu” kategorisinin bir alt grubu olan seksüel sapkınlıklar bölümünde transvestizm, fetişizm, sadizm ve pedofili ile birlikte yer almıştır. 1968 yılında ise, DSM-2 basılmış ve bu sefer eşcinsellik, teşhircilik, fetişizm ve pedofili ile birlikte yer almıştır. 1973 yılına gelindiğinde ise, eşcinsellere yönelik ayrımcılığa ve yasal sınırlamalara son verilmesine yönelik APA’nın içinden yapılan bir çağrıyla eşcinsellik hastalık kategorisi olmaktan çıkarılmıştır. 1993 yılına gelindiğinde de Dünya Sağlık Örgütü (WHO) eşcinselliği hastalık kategorisinden çıkarmıştır.”[8]

Eşcinselliğin psikolojik bir hastalık olmaktan APA tarafından çıkarılması, bilimsel araştırmalar sürecinin sonunda doğal olarak olmamış, tam tersine eşcinsel organizasyonların APA kongresini basıp üyeleri rehin almasının ve medyanın baskısının sonucu olmuştur: “Peki, bu karar nasıl alındı? Geyler ve lezbiyenler, Amerikan Psikiyatri Birliği’ni bastılar. Böylece, eşcinsellik hastalık kategorisinden çıkarıldı. Yarın heteroseksüeller ya da muhafazakârlar Amerikan Psikiyatri Birliği’ni basıp, tersi bir karar çıkartırlarsa ne olacak?  Bilimsel bir karar böyle verilemez… APA eşcinselliği tartışmalı bir oylama sonucu hastalık olmaktan çıkarmıştı. Oylama sonuçları bu tartışmanın derinliğine işaret etmektedir… 17.905 APA üyesinden 10,555’i oy kullanmıştı ve oy kullananların 5854’ü eşcinselliğin DSM’den silinmesine evet, 3810’u hayır demişti. Eşcinsellik oylamaya katılanların %58’inin, toplam üyelerin %32’sinin kabul oyuyla hastalık olmaktan çıkarılmıştı.”[9]

APA’nın medikal direktörlüğünü de yapan Melvin Sabshin, 1973 ve sonrasında yaşanan olayları bir “gerilla gösterisi”Lutz da (2004) “kültürel gerilla” hareketi olarak ifade etmişlerdir.[10]

Savaşın İkinci Raundu: Eşcinselliğin Bir Yaşam Tarzı Olarak Kabul Ettirilmesi

Siyonist Rockefeller İmparatorluğunun/Siyonizm’in öngördüğü “arı, seçilmiş, üstün ırkın” dünya hâkimiyeti için bu ırktan olmayan toplumların ailesiz, çocuksuz, sürüleştirilmiş bir yığın hâline getirilmesi (Nötr Cinsiyet Hareketi) gerekmektedir. Bu bağlamda eşcinsellik hastalık olmaktan çıkartılarak savaşın birinci aşaması ya da raundu kazanılmıştır. Savaşın ikinci aşaması ya da raundu, eşcinselliğin alternatif bir yaşam tarzı olarak kabul ettirilmesi olacaktır: “Rondeau: APA’nın yıllık konferanslarında yıllarca karışıklığa yol açan eşcinsel protestoları ki bunların bazıları Eşcinsellere Özgürlük Cephesi tarafından açıkça desteklenmişti ve saldırgan eşcinsel aktivizmi nihayet 1973’te toptan değişti. Bu politik ve bilimsel olmayan karar, “aslında normalliğe karşı açılan bir savaşın açılış safhası” ve iki aşamalı cinsel bir radikalleşmenin bir parçası idi; ikinci aşama ise eşcinselliğin alternatif bir yaşam tarzı seviyesine çıkarılmasıydı. Görünüşe göre bu savaş analojisi gerekçelere dayandırılmıştır. APA’nın onay vermemesini etkisiz bırakma çabalarının başarılı olması, eşcinsel harekete bugün gördüğümüz kampanya için tam da ihtiyacı olan silahı verdi.
“…Savaşın hedefi, muhalifleri susturmak ve nihayetinde Amerikan toplumunun inancını değiştirmek için kabul gören kural ve gelenekler içinde eşcinsellik kültürünün zorla kabul ettirilmesiydi.” [11]

   Savaşın ikinci raundunun kazanılabilmesi ve eşcinselliğin meşrulaştırılabilmesi için eşcinsellikle ilgili olumsuzluk çağrıştıran tüm kavramların isimleri değiştirilmiştir: “(Rondeau) AIDS hastalığının ilk kez duyulduğu yıllarda tıp camiası bu yeni hastalığa GRID (Gay Related Immun Disorder) yani “Eşcinsellikle İlişkili Bağışıklık Sistemi Bozukluğu” adını vermişlerdi. Fakat daha sonraları eşcinsellik yanlısı lobilerin baskısı sonucu hastalığın ismi AIDS (Edinilmiş Bağışıklık Sistemi Bozukluğu) olarak değiştirilmiştir.”[12]

Savaşın ikinci aşamasının/raundunun kazanılabilmesi için bundan daha da önemli olan bir hamle yapılmış, eşcinselliğin, doğuştan gelen bir durum olduğu, anormal bir durum olmadığı, bu şekilde doğanların kendi genetik yapılarına uygun olarak yaşamak ve davranmak hakkına sahip olduğu savunulmaya başlanmıştır: (Rondeau Kirk ve Madsen’den yaptığı alıntı): “İnsanların, eşcinsellerin şartların kurbanı olduklarına, artık cinsel yönelimlerini kendilerinin seçmediklerine ikna edilmesi gerekir… Tüm pratik amaçlar doğrultusunda eşcinsellerin, eşcinsel olarak doğdukları düşünülmelidir, her ne kadar cinsel yönelim pek çok insan için doğuştan yatkınlıklar ile çocukluk ve erken ergenlik dönemindeki çevresel etmenler arasındaki karmaşık bir etkileşimin ürünü olarak gözüküyor olsa da, eşcinselliğin tercih edilebilir olduğunu halk içinde öne sürmek, “ahlâkî seçim ve günah” olarak etiketlenen bir durumu daha da karmaşık hâle getirmekten öteye gitmez ve ‘dini hak savunucularına’ bizi dövmeleri için bir sopa vermek anlamına gelir...”[13]

Türkiye’de de bu bağlamda açılan kampanyalar etkisini göstermiş, eşcinselliğin bir hastalık olmadığı, doğuştan gelen bir olgu olduğu, meşru görülmesi, bir yaşam tarzı olarak kabul edilmesi gerektiği bilerek ya da bilmeyerek savunulmaya başlanmıştır. Dolayısıyla bireysel bir hastalık olan eşcinsellik, toplumsal bir hastalık hâline dönüştürülmeye ve bir yaşam tarzı olarak kabul ettirilmeye çalışılmıştır, çalışılmaktadır ve de çalışılacaktır: “Ergenlikten itibaren de ‘cinsel yönelimimiz’ belirginleşir. Kendimize kendi cinsimizden birini cinsel eş olarak istiyorsak eşcinsel, karşı cinsten birini istiyorsak heteroseksüel, her ikisini de istiyorsak biseksüel oluruz. Bu üç cinsel yönelim de birbirine eşdeğerdir ve hiçbiri psikiyatride, en az 30 yıldır hastalık ya da bozukluk olarak kabul edilmiyor. Ayrıca cinsellikle ilgili bu üç temel kavram, bedensel cinsiyet, cinsel kimlik ve cinsel yönelim, kişilerin istemli olarak seçtikleri değil, karşı karşıya kaldıkları durumlardır. Hiçbirimiz kadın ya da erkek olarak doğmayı seçemeyeceğimiz gibi, cinsel yönelimimizi de seçemeyiz. Eşcinsel yönelim, keyfi, ahlâkî veya istemli bir seçim değildir, aynen heteroseksüel yönelim gibi bir durumdur.”[14]

Eşcinselliği Hastalık Olmaktan Çıkaran Amerikan Psikiyatri Birliği (APA) Eşcinselliği Normal Bir Durum Olarak Kabul Etmiyor

Eşcinselliği hastalık statüsünden çıkaran APA konuyla ilgili resmi belgesinde eşcinselliği, doğal, normal bir vaka olarak kabul etmediklerini, sadece tercih eden insanlar için hastalık olmaktan çıkardıklarını belirtmektedir: “Bunu DSM’den silmekle onu normal gördüğümüz ya da heteroseksüellik gibi değerli gördüğümüzü söylemiyoruz. Homoseksüel aktivistler homoseksüelliğin heteroseksüellik kadar normal olduğunu APA’nın kabul etmesini bekliyor. Yanılıyorlar. Bizim onu silmemiz homoseksüelliğin bozukluk kriterlerini karşılamadığı anlamına gelir. Biz hiçbir şekilde homoseksüel davranışın arzulanan bir davranış olduğunu kabul eden özel bir görüş noktasıyla aynı hizada bulunmayacağız.” (APA Document Reference No. 730008)[15]

Normal, doğal şartlar altında, herhangi bir dış müdahale olmadan, yanlış gıda almadan insanın eşcinsel olarak doğmasını sağlayan bir gen, tüm insanların genetik yapısında var mıdır? Eğer böyle bir gen tüm insanlarda yok ve fakat bazılarında varsa sebebi nedir? Bu gen, genetik bir bozukluğun sonucu mu ortaya çıkmıştır? Eğer bir genetik bozulmanın sonucu ise buna sebep olan etkenler nelerdir? Dış müdahale mi, yanlış beslenme mi veya daha başka bir etken mi? söz konusudur.  Bu sorgulamayı yapabilmek için kâinattaki var olan yasalara bakmak, onları değerlendirmek gerekmektedir.

İlahi Yasa: Kâinatta Her Şey Çift/Eş (Parity) Yaratılmıştır

Kâinatta her şey belli bir kanuniyete göre çift ve eş (zevc, parity) olarak yaratılmıştır. Kur’ân’da bu anlamı ifade eden kavram, zevc olup isim ve fiil olarak yaklaşık 70 yerde geçmektedir.

Râğıb el İsfahani’ye göre “kendi cinsinden bir diğeri ile bulunana zevc denir. Bu, insan, hayvan, bitki ve diğer varlıklardan olabilir. Zevcler birbirlerinin benzeri olabileceği gibi tam zıtları da olabilirler. Zevciyet, erkeklik-dişilik ikiliği olabileceği gibi, başka ikilikler de olabilir. Eşya; cevher, araz, madde, suret gibi ikiliklerin sentezinden ibarettir. Hiçbir şey, bu ikiliğe dayalı terkibin dışında kalamaz… Türler, cinsler, sınıflar da birer zevciyat oluştururlar.”[16]

Kâinatta her şeyin çift/eş(zevc) olması, Kur’ân’a göre insanların öğüt alıp düşünmesi için Allah tarafında vazedilen genel bir kanuniyettir:

“Ve biz, her şeyi iki çift yarattık. Umulur ki öğüt alıp-düşünürsünüz.” (51/49)

“Yerin bitirmekte olduklarından, kendi nefislerinden ve daha bilmedikleri nice şeylerden bütün çiftleri yaratan (Allah çok) yücedir.” (36/36)

Yasın Suresinin 36. ayetinde, zevç (eş, çift) yaratılma ile ilgili üç sınıflama yapılmaktadır: 

  • Arzın Bitirdiklerinde
  • İnsan Nefsinde
  • İnsanların Bilmediklerinde

Bu sınıftaki çiftler kendi aralarında aşağıdaki gibi alt gruplara ayrılabilir:

     Arzın Bitirdiklerindeki Zıt Çiftler:

           Karakter Açısından Zıt Benzer Çiftler/Eşler (Metaller-ametaller (Metal olmayanlar), Biyolojik Açıdan Zıt Eşler (Bitki ve hayvanların dişi ve erkek türleri), Elektrik ve Manyetikte Zıt Eşler (Birbirinin zıddı olan elektrik yükleri, Manyetik zıt kutuplar), Topraktaki Ölüm ve Hayat Olayları (Analiz-Sentez olayları). Fizikte (Madde-anti madde, parçacık fiziğinde, her parçacığın antisi ile var olması)

İnsanların Bilmediklerindeki Eşler/Zevcler:

Kur’ân’ın nazil olduğu ve hitap ettiği o anki toplumu göz önüne aldığımızda, o çağdakilerin bilmediği/bilemediği fakat zamanla insanların keşfedeceği/ keşfedebileceği eşlerin/çiftlerin varlığı söz konusudur. Her çağda insanlar, kâinattaki birçok şeyi bilemezler. Ancak bugünkü bilinmezler, bir gün bilinir, keşfedilir olacaktır. Bu noktada, Kur’ân’ın “İnsanların Bilmediklerindeki Eşler/Çiftler” ifadesinin kıyamete kadar olan süreci ihtiva ettiğini göz önüne almak gerekmektedir.

Kur’ân’ın indiği çağdaki insanların bilmediği ve fakat günümüzde bilinen birçok zevç (eş, çift) vardır. Parçacık fiziğinin bugün için bulup ortaya çıkardığı, o gün için bilinmeyen elektron-pozitron, nötron-anti nötron, müon-anti müon gibi yığınla elemanter parçacık bu sınıflama içerisinde değerlendirilmelidir. Keza dönen tüm cisimlere etki eden “Merkezkaç-merkezil kuvvetler”, uzaydaki “ak ve kara delikler” hep sonradan bulunmuş, keşfedilmiş çiftlerdir. Schrodinger Denkleminin daima iki eş çözümü vardır. Bu denklemlerin uygulandığı her alanda daima birbirinin zıddı(pozitif-negatif) çözümler vermesi, kâinatta var olan her şeyin bir antisinin bulunduğunu göstermektedir.[17]

Eş yaratılma olayında, zıt işaretli yükler, parçacıklar, cinsler birbirini çekerken; aynı işaretli yükler, parçacıklar, cinsler birbirlerini itmektedirler. Pozitif yük pozitif yükü, negatif yük negatif yükü iterken; pozitif yük negatif olan yükü çekmektedir. Zevc olan varlıklar arasında daima bir cazibe, çekim kuvveti vardır. Zıtların birliği ilkesi, kâinatta bir denge ve sükûn hâlinin ortaya çıkmasına sebebiyet vermektedir.

İnsan Nefsindeki Eşler/Çiftler:

İnsanların kadın ve erkek olarak iki karşıt cins olarak var olması da, zıtların birliği ilkesi ile ilgili ilahi kanuniyetin bir sonucudur:

“Onda ‘sükûn bulup-durulmanız’ için, size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet kılması da, O’nun ayetlerindendir...” (30 Rum 21)

Kâinatta olan her şeyin eş yaratılmış olmasını göz önüne aldığımızda, genetik yapımızda (İşletim sistemi- yazılım) birbirinin zıddı olan ve insanı zıt istikametlere sevk etmeye çalışan iki ana yapı bulunmaktadır: 1- Fıtrat, 2- Heva.

Fıtrat insanın iyilik yönüne, saf ve temiz hâline ilişkin bir karar mekanizması iken; Heva, kötülük yönüne ilişkin bir karar mekanizmasıdır. İnsan davranışları, bu iki mekanizmanın bileşke kuvvetinin yönüne ve şiddetine bağlı olarak şekillenmektedir.

İnsan iki ana kaynaktan beslenmektedir:

  • Birincisi: Genetik yapımıza yerleştirilmiş olanlar,
  • İkincisi: “Kesbi olan”, sonradan kazanılmış olanlar.

Kesbi olan kaynak, insanın içinde doğup büyüdüğü çevrenin, kültür-medeniyetin, değerlerin örf, adet, gelenek ve göreneklerin etkisi ve ferdin okuyup öğrendiklerinin etkisinden oluşan iki bileşenli bir kaynaktır.

Bugünkü bilimsel verilere göre insan genetik yapısından gelen özellikler, insan davranışları üzerinde %40, içinde yaşanılan sosyal, kültürel çevre %40, sonradan okunup öğrenilenler %20 oranında etkili olmaktadır.[18] Dolayısıyla bu dünyaya gelen bir çocuğun üzerinde genetik yapının dışında, çevresel etkilerin (okunup öğrenilenler dâhil) ağırlığı %60’tır.

Normal şartlar altında doğan her çocuk iyilik, güzellik, fıtrat yönü baskın bir şekilde doğmaktadır. “Çocuklar melektir” özdeyişi doğan çocukların saf ve temiz olmasına işaret etmektedir. Hz. Peygamberin fıtrat hadisi, bu durumu teyit etmektedir: “Hiçbir doğan çocuk yoktur ki, fıtrat üzere doğmuş olmasın. Sonra onu annesi babası Yahudileştirir, Hıristiyanlaştırır veya Mecusileştirir...”[19]

Hz. Peygamber’in yukarıdaki hadisi, çocuğun dünyaya saf, temiz ve iyilik yönü baskın olarak geldiğini ve fakat ilk çevresel ortam olan aile ortamının onu ifsat edebileceğini ifade etmektedir. Aşağıdaki hadis, insan üzerinde etkili olan çevresel etkenlerin aileden daha geniş olduğunu; içinde yaşadığı kültür ve medeniyeti, sistemi de ihtiva ettiğini belirtmektedir: “Resûlüllah (s.a.s.): “Ben bütün kullarımı hanif (Müslüman, hakka taraftar) olarak yarattım. Ancak şeytanlar onlara gelip fıtri dinlerinden alıp götürdüler, kendilerine helal kıldığım şeyleri haram kıldılar. Kendisine bir güç vermediğim şeyi bana şirk koşmalarını emrettiler.”[20]

Eşcinsellik Anormal Bir Durum, Bir Hastalık Hâlidir

İlahi yasaya göre karşı cinsler arasında bir cazibe, çekim kuvveti, aynı cinsler arasında ise itme kuvveti vardır. Dolayısıyla karşıt cinsler arasında bir çekimin olması normal durum iken; aynı cinsler arasında çekimin olması anormal bir durumdur ve bir hastalık hâlidir, fıtratın bozulmasıdır.

Bundan dolayı eşcinsellik doğal bir durum değil anormal bir durumdur, bir hastalık hâlidir, vücudun dengesinin bozulmasıdır. Bu anormal durumun genlerle alakası yoktur. Bu güne kadar bunu ispatlayan hiçbir bilimsel tez yoktur. Dolayısıyla kişi eşcinsel olarak doğmamaktadır:

“Psikiyatrist Nevzat Tarhan: Eşcinsellik  insanda doğal olarak var olan bir yönelim değildir. Sosyal öğrenme ile ve yanlış eğitimle gelişmiş bir durumdur. Biyolojik doğaya uymayan bir sapmadır. Heteroseksüelliğin geni vardır ancak eşcinselliğin geni yoktur.

40 yıl önce kabul edildiği bilinen hastalık olarak tanımlanmayan eşcinsellik egosintonik eşcinselliktir. Yani kişi bu tercihi seçmiştir. Özgür iradesi ile karar vermiştir. Psikiyatrinin ilgi alanına girmediği kabul edilmiştir. Bu onaylandığı ve teşvik edildiği anlamına gelmez.

İkinci grup eşcinsellik egodistonik olarak bilinen eşcinselliktir. Bu tür eşcinsellik kişinin ego savunmaları tarafından onaylanmamıştır. Kişi arzu ve dürtülerine yenik düşmektedir. Arzu ve dürtülerinden özgür olamayan bu kişilere yardım edilmesi ve tedavi edilmesi gerekmektedir. Bu grup eşcinsellik, adı geçen dernekler tarafından ayrıca tanımlanmamış ve belirtilmemiştir. Eşcinselliği Heteroseksüellik gibi sağlıklı bir durum olarak tanımlamanın hiç bir bilimsel dayanağı yoktur. Kamuoyuna aydınlatıcı bilgi verilmediği takdirde erken ergenlik döneminde eşcinsel eğilimini fark etmiş, iç denetim ve dürtü kontrolü için çabalayan yani eşcinsel eğilimi olup da kontrol etmek isteyen kişilere tedavi ve yardım kapısı kapanmaktadır. Yanlış anlamalara ve eşcinsel tercihleri artıracak önerilere psikiyatri derneklerinin alet olması son derece sakıncalıdır.[21]

“Zoofili ve fetişizm ne kadar legal ise eşcinsellik de o kadar legaldir.”

“Esrar kullanımı, ne kadar sosyal olarak onaylanırsa eşcinsellik de ancak o kadar sosyal olarak onaylanmalıdır. Bu sebeple gelecek kuşaklar arasında eşcinsellerin artmaması için sağlık ve eğitim politikalarında doğru duruş gösterilmelidir.”[22]

Bu anormal durum, çocuk doğduktan sonra 3-4 yıllık süre içerisinde çocuğun yaşadığı sosyokültürel ve sosyoekonomik ortamda, aldığı terbiye, yetişme tarzı ve şartları ile alakalıdır. Allah tarafından saf ve temiz olarak yaratılan çocuğun, aile ve sosyal çevresi tarafından dengesinin bozulması ile ilgilidir. 

Bu açıdan eşcinsellik yaratılış kanunlarına ters, onlarla çatışan anormal bir durum, anormal bir hâldir. Amerikan Psikiyatri derneğinin(APA) verdiği karar, düştüğü şerh bunu göstermektedir. APA eşcinselliği normal olarak kabul etmemekte ve de karşı çıkmaktadır.

Eşcinselleri iki ana sınıfa ayırmak mümkündür:

Birinci Grup: Kişi kendisini hasta olarak kabul etmektedir. Bu durumda olanlar kendi hâllerinden şikâyetçi olmakta, kendilerini anormal olarak kabul etmekte ve bu illetten kurtulmak istemektedirler. Toplum ve devlet, bu insanların tedavi sürecine katkıda bulunmalı, yardımcı olmalıdır.

İkinci Grup: Bu durumda olanlar kendilerini hasta olarak kabul etmemektedir. Eşcinselliği bir yaşam tarzı olarak benimseyip topluma kabul ettirmeye çalışmaktadırlar. Bunlar meseleyi, insan hakları, birey hak ve özgürlükleri ve ayırımcılık açısından ele alarak kendilerine meşruiyet kazandırmaya çalışmaktadırlar.

     İlahi yasaya göre cinsiyet, tüm eşyaya yaratılışla birlikte verilmiş bir özelliktir; sonradan kazanılmış bir özellik değildir (4 Nisâ 1; 30 Rum 21). Kur’ân (7 A’râf 80-84; 11 Hûd 78-83; 26 Şu’arâ 166-174; 27 Neml 54-57; 29 Ankebût 28-35; 51 Zâriyât 31-37) ve Kitab-ı Mukaddes (Leviller 18: 22, 20:13; Romalılar: 1: 26,27; Yaratılış: 19: 8-25; Yahuda: 1:7), başta eşcinsellik olmak üzere farklı cinsel yönelimlerin tümüne karşı çıkmakta; bunu savunanlara Lut Kavminin helakını, helak şeklini hatırlatmaktadır.

Vatikan da yaptığı açıklama ile eşcinselliğin ikinci şekline karşı çıkmaktadır: “Papa 16. Benedikt, Noel konuşmasında: `Kimin erkek ya da kadın olduğuna karar veren insanlar değil Tanrı`dır.` `Kilise sadece, herkese ait yaradılış armağanları olan dünyayı, havayı, suyu savunmamalı, aynı zamanda insanlığı, kendini imha etmekten de korumalı. Kadınlarla erkekler arasındaki birliğe saygı göstermeme, `insanoğlunun kendi kendini imhasına’ yol açacak.”[23]

Biyolojik Cinsiyetin İnsan Davranışlarına Etkisi

İnsan nesli için cinsiyet, eş (zevc) yaratılma kanuniyetinin ortaya çıkardığı bir olgudur. Cinsiyet farklılığı, biyolojik bir gerçekliktir. İnsan iradesinden bağımsız, ilahi hikmetin bir sonucudur. İnsanların beyninde “cinsiyet şeması” adı verilen bir yapılanış/yazılım bulunmaktadır.[24] Cinsiyet şemaları, erkeklerin ve kadınların nasıl davranması gerektiğiyle ilgili bilgi ve kurallardan oluşmaktadır. Dolayısıyla cinsiyet farklılığı, kadın ve erkeğin anatomik, fizyolojik, genetik, psikolojik, zihinsel ve beyin yapılarında farklılıklara sebebiyet vermektedir. Kadınlarda sağ beyin lobu gelişkinken erkeklerde sol beyin lobu gelişkindir. Sağ beyin lobu, duygusal zekâya; sol beyin lobu, sayısal zekâya göre organize olmuştur. Loblar arasındaki çapraz bağlar, sayısal ve duygusal zekâların geliştirilmesinde önemli rol oynamaktadır.

Kadın ve erkek beyninin farklı olması, kadın ve erkeğin psikolojisinde, zihinsel faaliyetlerinde, düşünme ve davranışlarında farklılıklara sebebiyet vermektedir. Erkek ve Kadın, dinleme-konuşma, üzüntü-mutsuzluk, motivasyon, ilgi- beğenilme, duygularda dalgalanma, para kullanma-sarf etme, şikayet etme, geçmişi yaşama-unutma, risk alma-zorluklarla mücadele, sorun çözme/sorun karşısında tavır, zaman kullanımı, sabır, güven duygusu, meslek seçimi, ağlama, eleştirme-çekiştirme, empati, fonksiyonellik ve görünüş, hastalıklar, beklenti gibi konularda çok ciddi farklılıklar göstermektedir.[25]

Cinslerin beyin yapısından kaynaklanan belli alanlardaki gelişme farklılıkları, onlara hayatta, doğal olarak, farklı rol ve sorumluluklar yüklemektedir. Bu farklı rol ve sorumluluklar, evlilik ile birlikte (aile hayatı) eşlerin birbirinin eksikliğini tamamlamasını, bütünleşmesini, olgunlaşmasını ve mükemmelleşmesini sağlamaktadır (2 Bakara 187).

Genetik etkilerle çevresel etkilerden dolayı cinsiyet farklılığı, cinsiyet rolünde farklılaşmaya neden olmaktadır. Cinsiyet farklılığı, doğumdan hemen sonra çocuklarda etkisini göstermekte, kız ve erkek çocukların pek çok davranışı, cinsiyete bağlı olarak şekillenmektedir. Bu konuda yapılan pek çok araştırma, biyolojik olarak meydana gelen cinsiyet farklılığının, cinslerin farklı düşünme, tutum, tavır ve davranış göstermesine neden olduğunu ortaya koymaktadır.[26]

California (L. A.) Üniversitesinde Profesör Richard Haier’in, kadın ve erkeklerin beyinlerindeki gri ve ak madde dağılımını inceleyen araştırması sonuçlarına göre, “Kadınlardaki ak madde oranı, erkeklerinkinin 6,5 misli”; “erkeklerdeki gri madde oranı, kadınlarınkinden 10 misli fazladır.” Ak madde, bilgiler arası bağlantının kurulmasını; gri madde ise beynin bilgi işlemesini sağlamaktadır.[27] Bu nedenle kadınlar bilgiler arasında erkeklere nazaran daha hızlı ilişki kurabilmektedir.

     Yapılan çalışmalara göre, anne karnındaki kız çocuğunun dudak hareketi, erkek çocuğun dudak hareketinin 2-2,5 katı kadar fazladır.[28] Bu farklılık, kadınların konuşma eğiliminin erkeklere nazaran çok daha fazla olmasını sağlamaktadır. Muhtemelen bunun ana sebebi, çocuklarla iletişim kurma ve çocuklara dil öğretme ile alakalıdır. Muhtemelen anadil denmesinin sebebi de budur.

     Çocukların davranışları üzerinde biyolojik cinsiyetin etkisini görebilmek amacıyla, sosyal çevrenin etkisini nötralize ederek bazı araştırmalar yapılmıştır. Bu araştırmalarda uzmanlar doğuştan getirilen bir özellik olarak cinsiyetin tercihlere, kişiliğe, yeteneklere etkisinin olup olmadığını araştırmışlardır:[29]

Moleküler genetik uzmanı Bahri Karaçay: “Acaba cinsiyetler arasındaki davranış farklılıkları çevreden bağımsız mı oluşmaktadır?” “Uzun bir süredir yeni doğan bebekler arasında cinsiyet açısından davranış farklılıkları olduğu konusunda ipuçları vardı.” Ancak davranışların yaşamın ilerleyen dönemlerinde sosyal ve bilişsel faktörler tarafından etkileniyor olması, doğumla gelen farklılıkların gerçek olup olmadığı konusunda belirsizliğe neden oluyordu. Örneğin kız çocukları oyuncak bebeklerle, erkek çocuklar arabalarla oynamayı gerçekten kendileri mi seçiyor, yoksa oyuncak tercihleri anne-babaların seçimi sonucu mu şekilleniyor?

Bu soruya cevap bulmak için yola çıkan Texas A&MÜniversitesi’nden Gerianne Alexander ve Melissa Hines çocuklar arasında gözlenen oyuncak tercihi farklarının ne ölçüde doğuştan gelen bir özellik olduğunu belirlemeye çalıştı.  Alexander ve Hines oyuncak tercihini etkileyebilecek sosyal ve bilişsel etkenlerden arınmış bir ortam sağlamanın imkânsız olduğunu bildikleri için araştırmalarını biyolojik olarak insana en yakın türlerden biri olan maymunlarla yaptı. Daha önce hiç oyuncak görmemiş maymun topluluklarında maymunların oyuncaklara vereceği tepkiler oyuncak tercihinin biyolojik temellerinin olup olmadığı hakkında kesin cevaplar elde edilmesini sağlayacaktı.

Araştırmada, maymunlara top, polis arabası (erkeksiz), bebek, tencere (kadınsı), resimli kitap ve içi doldurulmuş bez bir köpek (nötr) verilmiş “Araştırmanın sonucunda: Çocuklarda olduğu gibi maymun yavrularında da cinsiyete bağlı tercih yapıldığı görülmüştür.  Dişi maymun yavruları zamanlarının büyük bir bölümünü bebek ve tencereyle oynamakla geçirirken; erkek maymun yavruları araba ve topla oynamışlardır.  Uzmanlar dişi maymunların bu tercihini “annelik güdüsü”ne bağlamışlardır. Bu ve benzeri araştırmalar, cinsiyete bağlı farklılıkların sosyal olarak değil biyolojik olarak (doğuştan) getirildiğini göstermektedir.”[30]

Bee ve Boyd (2009) çocuk gelişimini inceledikleri kitaplarında, cinsiyete bağlı farklılıkların biyolojik temelli olduğunu gösteren araştırma sonuçlarını vermektedirler:  “Doğum öncesi testesterone maruz kalmanın insan davranışları üzerindeki etkilerine yönelik doğal veriler söz konusu. Normal bir gelişim gösteren dişi embriyolar çok küçük oranlarda testesteron üretirler. Öte yandan, genetik kusurlar bazen daha büyük oranlarda testesteron üretilmesine neden olur. Bu kusurlar cinsel organlarda fiziksel kusurlara neden olabilir. Ayrıca bu durumu yaşayan kızların diğer kızlara oranla erkek davranışlarını daha fazla sergiledikleri görülür.

Bölümün başında değindiğimiz bebeklerde cinsiyet değiştirme ameliyatları gibi vakaların sonuçları hormonal etkilerle açıklanmaya çalışılmıştır. Bu durumdaki erkek çocukların birçoğunda deforme olmuş cinsel organ gelişimine neden olan genetik bir kusur söz konusudur. Bununla birlikte bu kusur, yalnızca testesteronun cinsel organlar üzerindeki etkisini değiştirmektedir.

Bu fetüslerin beyinleri doğum öncesi gelişim sırasında normal düzeyde testesterona maruz kalmıştır. Hormonal hipoteze göre bu tür bir genetik kusur taşıyan erkek çocuklarda kız çocuk gibi büyütülseler bile erkek toplumsal cinsiyet kimliği gelişir. Çünkü doğum öncesinde beyinleri erkek fetüslere özgü oranda testesterona maruz kalmıştır. Bunun sonucunda da diğer erkek çocuklar gibi erkek çocuklara özgü şeylere yönelme eğilimi ile dünyaya gelirler ve gelişmekte olan benlik kavramlarına içten içe bu tip şeyleri dâhil ederler. Bu yaklaşıma göre kız olduklarına inandırarak büyütmekle bu çocukların benlik kavramlarına kadınlık duygusunun aşılanacağı beklentisi makul değildir.”[31]

Psikiyatrist Nevzat Tarhan’a göre Türkiye’de kızların/kadınların meslek olarak eczacılık, mimarlık, edebiyat öğretmenliği gibi alanları tercih etmelerinin sebebi, kadınların sahip olduğu genetik yapıdır: “Bu, acaba öğrenilmiş bir davranış mıdır?” Hayır, değil. Bütün bunlar şunu gösteriyor: Kadın, farkında olmadan genlerinin emrettiği gibi hareket ediyor. Genetik algoritmasına uygun davranıyor. Yazılım nasıl yönlendiriyorsa ona eğilim gösteriyor Kadının kişiliği ve bilhassa toplumsal rolü bu şekilde oluşuyor. Meslek seçiminde de “kişilik” ön plâna çıkıyor. Şahsiyet oluşumunda genetik algoritmaya göre yönelmeleri söz konusudur.”[32]

Eğer Bu Gidişe Dur Denmezse Olacak Olan

Bizim toplumsal yapımızla, Kültür ve medeniyet değerlerimizle uyuşmayan, hatta çatışan “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” kavramı ve buna dayalı politikalar, uygulamaya girdiği andan itibaren, toplumsal yapıda derin yaralar açmış ve açmaya da devam ediyor/edecektir de.

Batı’nın benimsediği politikalar, kendi toplumsal yapısın